16 Haziran 2011 Perşembe

Rüknettin KUMKALEYeminli Mali Müşavirrkumkale@yahoo.com


Açık/Kapalı Fatura,

İle İlgili Ticari Örf Ve Adet, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Görüşü ve Yargıtay Kararları Doğrultusunda Geçerli Son Durum
Tarih: 14.06.2011
Faturayı, Medeniyetin uğramadığı yöreler hariç, Dünya’da en çok kullanılan, bütün insanların, ellerindeki paralar ile yaptıkları harcamalar karşılığında aldıkları bir belge, şeklinde belirtebiliriz.
Fatura’nın gerek eski ve gerekse yeni Türk Ticaret Kanun’larında tanımı yapılmamıştır.
6762 sayılı Türk Ticaret Yasası’nın 23. maddesinin birinci fıkrasında Fatura ile ilgili olacak “Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bununda faturada gösterilmesini isteyebilir” hükmü bulunmaktadır. 13.01.2011 tarihinde kabul edilen 6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanun’unun 21/1 maddesine de eski metin günümüz Türkçesine çevrilerek “Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.” İfadeleri ile geçmiştir. Görüldüğü üzere iki metin arasında bir farklılık bulunmamaktadır.
Fatura Vergi Usul Yasası’nın ise 229-232 maddelerinde hüküm altına alınmıştır.
Vergi Usul Yasası’nın 229. maddesinde “Fatura, Satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır” şeklinde açıklanmaktadır.
24.12.2003 Tarih ve 25326 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 27.06.2003 Tarih ve E:2001/1, K:2003/1 sayılı kararında ise Fatura; “Ticari satışlarda satıcı tarafından alıcıya verilen ve satılan malın miktarını, vasıflarını, ölçüsünü, fiyatını ve sair hususları veya ifa edilmiş hizmetleri gösteren hesap pusulası olup, ticari belge niteliğindedir” şeklinde belirtilmiştir.
Bütün bu bilgiler çerçevesinde biz faturayı; “satıcı ile müşteri arasında meydana gelen ticari bir ilişkiyi ispat etmeye yarayan ve hukuki niteliği olan bir belgedir” şeklinde tanımlamaktayız.
Faturanın konu edildiği Türk Ticaret ve Vergi Usul Kanun’larındaki hükümlere dayanılarak yapılan tarifler ışığında, bir faturanın düzenlenebilmesi için; Satıcı tarafından müşterisine bir emtia satılmış veya bir hizmetin sunulmuş olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla bir faturanın düzenlenebilmesi için her şeyden önce taraflar arasında yani satıcı ile müşteri arasında akdi bir iş ilişkisi olmalıdır. Bu akdi iş ilişkisi sözlü ya da yazılı olabilir, ancak şurası muhakkaktır ki, satıcı tarafından müşteriye aralarında yaptıkları anlaşma çerçevesinde ve bu anlaşmada gösterilen şartlar çerçevesinde bir mal verilmiş ya da hizmet sunulmuştur.
Taraflar arasında bir mal alım satımı veya hizmet sunumu ile ilgili olarak sözlü ya da yazılı bir sözleşme yapılmış ve satıcı bu sözleşmenin gereğini ifa ederken müşterisine sunmuş olduğu mal ya da hizmetle ilgili açıklamaları yazdığı bir belgeyi yani faturayı satmış olduğu mal ya da sunmuş olduğu hizmet ile beraber ya da bu sunumları yapmasından itibaren (Vergi Usul Yasası’nın 231/5 maddesi gereğince) 7 gün içinde müşterisine vermektedir.
Bu açıklamamızdan, diğer bir anlatımla ticari faaliyetin bu şekilde devam etmesinden anlaşılacağı üzere fatura taraflar arasında yapılan anlaşma ile beraber değil, fakat bu anlaşmaya dayanılarak oluşan ifa ile beraber düzenlenen bir ticari belge hüviyetindedir.
Fatura, alınan emtia veya yaptırılan bir iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı gösteren ticari belge niteliğinde olduğuna göre, Türk Ticaret Kanunu’nun 23/1 maddesi hükümlerine göre müşteri bedeli ödenmiş ise bunun faturada gösterilmesini isteyebilmektedir. Ticaret Kanunumuzun kabul edildiği 1956 yılında yazılan ve halen yürürlükte olan bu metin (yeni Türk Ticaret Kanunu’nda da aynen korunmuştur.) bugün bize eskimiş ve günün şartlarına uymuyormuş gibi gelse de, dinamik ve gelişen ekonomik şartlara göre uyum sağlayan ticari piyasada, faturanın düzenlenmesi anında bedelinin ödenmiş olup olmadığı, faturanın üzerinde satıcı tarafından belli edilmektedir.
Yürürlükte bulunan hiçbir mevzuatta açık/kapalı fatura ile ilgili açıklama bulunmamaktadır. Faturanın bedelinin ödenip ödenmediğinin faturanın üzerinde belirtilmesi noktasında her ne kadar mevzuatımızda yer almasa da Ticaret Kanunu’nun daki örf ve adet maddesi hükümleri çerçevesinde yaratılan teamül sayesinde açık/kapalı fatura anlayışı kabul edilmiştir.
Ticari hayatımızda,
- “Açık Fatura” deyimi, bedeli ödenmemiş fatura,
- “Kapalı Fatura” deyimi, bedeli ödenmiş fatura
anlamında kullanılmaktadır.
Bir fatura düzenlendiği zaman Vergi Usul Yasası’nın 231. maddesi hükümlerine göre faturanın baş tarafında iş sahibinin veya namına imzaya yetkili olanların imzasının bulunması gerekir. Bu fatura Vergi Usul Yasası’nın 229. maddesine göre müşterinin borçlandığı meblağı göstermektedir. Bu iki ifadeyi ve yasa hükmünü dikkate alarak düşündüğümüzde, bir faturanın düzenlenerek baş tarafının iş sahibi veya adına yetkili kimselerin imzası ile müşteriye verilmesi halinde, bu fatura müşterinin borçlandığı meblağı göstermektedir. Yani bedeli satıcı tarafından tahsil edilmemiştir. Piyasa düzenindeki ifadesi ile bu fatura, açık faturadır.
Faturanın alt kısmının satıcı veya adına yetkili kimselerce imzalanması müessesenin kaşesinin vurulması ve bedeli alınmıştır ifadesinin yazılarak tarih atılması ile faturanın bedelinin satıcı tarafından tahsil edilmesi hali oluşmuştur. Bu durumdaki fatura, kapalı faturadır. Kapalı fatura, diğer bir anlamı ile makbuz niteliği de taşımaktadır. Satıcı, satmış olduğu malın veya sunmuş olduğu hizmetin bedelini aldığını beyan etmektedir.
Teamül Kararı,
Ankara Ticaret Odası tarafından alınan 21.12.1948 tarih ve 6 no.lu teamül kararı özeti aşağıya çıkarılmıştır.
“Ticarethane tarafından satışı yapılan mallara ait fatura muhteviyatı alıcı tarafından ödendiğinde, bayi tarafından faturanın altına damga pulu yapıştırılarak tarih, ticarethane klişe ve mührü ile birlikte selahiyattar olan tarafından imza edilerek pul iptal olunur. Bu şekildeki faturaya bedeli alınmış (kapanmış, akide edilmiş) fatura denir. Bedeli alınmıştır kaydını ihtiva etmeyen faturada damga pulu üzerine ticarethane klişe veya mührü ve selahiyetli olanın imzası mevcut olduğu takdirde, bu kaydın mevcut olmaması bir hüküm ifade etmez. Yani fatura bedeli ödenmiş, akide edilmiş sayılır.”
Ankara Ticaret Odası tarafından 1948 yılında alınan bu karar ile açık/kapalı fatura konusunda bir teamül oluşmuştur.
Sayın Vehbi KOÇ’un (1934-36,1938-54) Başkanı olduğu Ankara Ticaret Odası 1948 yılında bu sorunu görüp, piyasaları düzenleyici bir karar ile uzun yıllar geçerliliğini koruyacak teamüle imza atmıştır.
Burada Sayın Vehbi KOÇ’un ileri görüşlülüğüne hayran kalmamak olanaksız.
Ankara Ticaret Odası tarafından 1948 yılında alınan bu karar Türk Ticaret Kanunu’nun Ticari Örf ve Adet başlıklı 2. Maddesine dayanmaktadır.
Ticari Örf ve Adet
6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 2. Ticari Örf ve adet başlıklı 2. Maddesinde örf ve adet “Kanunda aksine bir hüküm yoksa teamül, ticari örf ve adet olarak kabul edildiği tesbit edilmedikçe hükme esas olamaz. Şu kadar ki; irade beyanlarının tefsirinde teamüllerin dahi nazara alınması esası mahfuzdur.
Bir bölgeye veya bir ticaret şubesine mahsus olan ticari örf ve adetler umumi olanlara tercih olunur. İlgililer aynı bölgede bulunmadıkları takdirde, kanun veya mukavelede aksine hüküm olmadıkça, ifa yerindeki ticari örf ve adet tatbik olunur.
Tacir sıfatını haiz olmıyanlar hakkında ticari örf ve adet, ancak onlar tarafından bilindiği veya bilinmesi gerektiği takdirde tatbik olunur.”
Şeklinde açıklanmaktadır.
13.01.2011 tarihinde kabul edilen 6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanun’unda da Ticari Örf ve Adet gene 2. Maddede yer almaktadır. Ve, “ (1) Kanunda aksine bir hüküm yoksa, ticari örf ve âdet olarak kabul edildiği belirlenmedikçe, teamül, mahkemenin yargısına esas olamaz. Ancak, irade açıklamalarının yorumunda teamüller de dikkate alınır.(2) Bir bölgeye veya bir ticaret dalına özgü ticari örf ve âdetler genel olanlara üstün tutulur. İlgililer aynı bölgede değillerse, kanunda veya sözleşmede aksi öngörülmedikçe, ifa yerindeki ticari örf ve âdet uygulanır.(3) Ticari örf ve âdet, tacir sıfatını haiz bulunmayanlar hakkında ancak onlar tarafından bilindiği veya bilinmesi gerektiği takdirde uygulanır.”
Şeklinde açıklanmaktadır.
Açık/Kapalı fatura konusunda Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın görüşü;
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul Ticaret Odası’na hitaben yazılan 03.04.2009 tarih ve 1879 sayılı yazıda
“Bilindiği üzere, Türk Ticaret Kanununda '"açık fatura" ve "kapalı fatura" konuları hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kavramlar "ticari örf ve adet" hukukunun gelişimiyle doğmuştur. Buna göre, peşin olan satışlarla veresiye satışları birbirinden ayırt etmek üzere başlatılan "açık fatura" ve "kapalı fatura" uygulamaları zaman içerisinde bir örf ve adet kuralı halini almıştır,
Bu kapsamda. Bakanlığımıza yapılan başvurularda; açık faturadan. fatura bedelinin
ödenmediği, kapalı faturadan ise; fatura bedelinin ödendiği anlaşılması gerektiği hususundaki örf ve adet talepleri Bakanlığımızca uygun görülmüştür. Nitekim, Yargıtay'ın bir çok kararında açık fatura - kapalı fatura kavramı kabul edilmiş, açık faturanın bedelinin ödenmediğine, kapalı faturanın da bedelinin ödendiğine karine teşkil edeceği görüşü benimsenmiştir.“ görüşüne yer verilmektedir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın söz konusu yazısında belirttiği görüşler çok açık ve hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar netdir. Bakanlık burada Türk Ticaret Kanunu’nun “Örf ve Adet” hükümleri çerçevesinde konuyu açıklık getirmenin yanında Bakanlığında kendisine yapılan başvurularda açık faturadan, fatura bedelinin ödenmediği, kapalı faturadan ise fatura bedelinin ödendiğini kabul ettiği ve bu kendisine yapılan müracaatları kabul ettiği belirtmektedir.
Yargıtay Kararları;
- Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 31.01.2005 tarih ve E: 2004/12416, K: 2005/1100 sayılı kararının özeti şu şekildedir. “İcra takibine dayanak faturanın incelenmesinde faturanın kapalı fatura niteliğinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Faturanın kapalı olarak düzenlenmesi, faturaya konu mal ve hizmetin bedelinin tahsil edildiğine karine teşkil eder. Faturanın kapalı olarak düzenlenmesi ve davalının savunması birlikte değerlendirildiğinde fatura konusu bedelin ödenmediğini ispat etmek yükümlülüğünün davacıda bulunduğunun kabulü zorunludur. İspat yükü davacıda olduğu için de, kendisine ispat yükü düşmeyen davalının teklif ettiği yeminde hukuki sonuç doğurmaz.” Kaynak: http://www.diaport.com.tr/PublicPages/DiaDetails.aspx?diaf=0090213_021320051241601100as&vType=0
- Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 15.09.1997 tarih ve Esas No: 1997/5184Karar No: 1997/5705 sayılı kararının özeti şu şekildedir. “ Davacı satıcı, davalı alıcının almış olduğu ekmek bedelini ödemediğini ileri sürmüş ve davalı da, faturalarla bedelin ödendiğini savunmuştur. Taraflar delillerini ibraz etmiş ve incelenen belgelerin suret olduğu anlaşılmıştır. Taraflar bu delillere dayanmış olmasına göre,delillerin asılları getirtilmeli ve faturaların kapalı olup olmadığı belirlenmelidir. Kapalı fatura ibrazı halinde, bu faturaların davalı alıcı tarafından ödendiğinin kabulü gerekir. Aksi halde, yani faturalar açık ise,bu taktirde de, satış bedelinin ödenmediğinin kabulü ile ispat külfetinin davalıya düştüğünün kabulü zorunlu olur.”Kaynak: http://www.diaport.com.tr/PublicPages/DiaDetails.aspx?diaf=0090211_021119970518405705as&vType=0
- Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 04.07.2005 tarih ve E: 2004/12464, K: 2005/7503 sayılı kararının özeti şu şekildedir. “ Dava, itirazın iptali talebine ilişkindir. Davacı, mal sattığını, ancak bedelinin ödenmediğini savunmuştur. Davalı ise, bedeli ödediğini, bunun kanıtının da kapalı fatura olduğunu savunmuştur. Kapalı fatura var ise ödemeye karine teşkil eder. Açıklanan hususlar üzerinde durulmadan yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalıdır.”- Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 17.03.2003 Tarih ve E: 2002/10276, K: 2003/2400 sayılı kararının özeti şu şekildedir. Davacı vekili, müvekkili şirketin işleteni bulunduğu aracın, 05.01.2000 - 20.01.2000 tarihleri arasında davalı şirkete konfirme usulüyle kiralandığını, aracın davalının kiraya verdiği Metin C. isimli şahsın kullanımında iken maddi hasarlı trafik kazası yaparak hasarlandığını belirterek, araç hasar bedeli, araç kiralama bedeli, kazanç kaybı tutarı ile değer kaybı olmak üzere, 2.057.674.000.-TL toplam alacağın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Taraflar arasındaki 102.000.000.-TL'lik araç kira sözleşmesine ilişkin kiralayan davacı tarafından kiracı davalı adına düzenlenen 07.02.2000 tarihli fatura kapalı olarak düzenlenmiş olup, ödendiğine karine teşkil etmektedir. Bu durumda ispat külfeti davacıya düşmekte olup ödenmediğini davacı kanıtlamalıdır. Mahkemece yukarıda açıklanan husus gözetilerek davacı tarafa söz konusu faturanın ödenmediği iddiasını ispat olanağı tanınarak sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, taraf ticari defterlerinin sahipleri leh veya aleyhlerine delil olma nitelikleri dahi değerlendirilip tartışılmadan, noksan inceleme sonucu araç kiralama bedelinin de hüküm altına alınması doğru görülmemiştir.
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.02.2004 tarih E: 2004/11 – 69, K: 2004/91 sayılı kararı yukarıya özetini aldığımız, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 17.03.2003 Tarih ve E: 2002/10276, K: 2003/2400 sayılı kararı ile ilgili bulunmaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından bozulan karara karşı olarak yerel Mahkeme kararında direnmiştir. Konu Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gitmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.02.2004 tarih E: 2004/11 – 69, K: 2004/91 sayılı kararının özeti şu şekilde dir. Taraflar arasındaki araç kira sözleşmesine ilişkin kiralayan tarafından kiracı adına düzenlenen fatura kapalı olarak düzenlendiğinden, bu durum fatura bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Bu itibarla ispat külfeti kiralayana düşmekte olup faturanın ödenmediğini kiralayan kanıtlamalıdır. Ayrıca taraf ticari defterlerinin sahipleri leh veya aleyhlerine delil olma nitelikleri de değerlendirilip tartışılmalıdır.

TİCARİ HAYATIMIZDAKİ UYGULAMA
Ticari hayatımızda hala bir açık/kapalı fatura sorunu devam etmektedir. Müesseseleşmiş, teşkilat yapılarını tamamlamış firmalarda bu kaidelere uyulmasına karşın, ticari hayatımızın adet olarak çoğunluğunu oluşturan işletmeler tarafından açık/kapalı fatura konusunda oluşan bu teamüle uyulmamaktadır.
Ankara Ticaret Odası tarafından alınan ve çok uzun yıllardır uygulamada bulunan bu teamül kararının hala birçok küçük tacir tarafından duyulmamış olması,
Küçük sermayeler ile oluşan ve çoğunluğunu tek şahıs işletmelerinin KOBİ’lerin oluşturduğu ticari dünyanın büyük olması,
Küçük işyeri sahiplerinin ticari hayatın usul ve kurallarına hakim olmamaları,
Şirketleşmenin oldukça yaygın olmasına karşın, bu şirketlerin de gene küçük işletmeler görünümünden kurtulmamış olması,
Ticari hayatın çoğunluğunu oluşturan işletmelerin müstakil muhasebe düzenlerinin bulunmaması nedeni ile faturaları kendilerinin düzenlemeleri,
Ticari hayatımızı oluşturan işletmelerin aile işletmesi hüviyetinden kurtulmamış olmaları dolayısıyla müesseseleşmemiş olmaları,
Gibi birçok sebep açık/kapalı fatura düzeninin oturmamasına etken olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Bu uygulamanın ticari hayatta oturmaması sonucunda küçük işletme sahipleri, KOBİ görünümünde ki firmalar çok büyük zararlara uğramaktadır.
Mahkemelerimizde çok fazla açık/kapalı fatura sorunundan doğan davalar bulunmaktadır. Yukarıya aldığımız birkaç Yargıtay Kararında da bu husus açıkça belli olmaktadır.

SONUÇ
Yukarına belirtmiş olduğumuz
- Ankara Ticaret Odasının 1948 tarihli teamül kararı,
- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın İstanbul Ticaret Odası’na hitaben yazdığı 03.04.2009 tarih ve 1879 sayılı yazı,
- Yargıtay’ın açık /kapalı fatura ile ilgili kararları
Doğrultusunda ,
Bir faturanın tanzimi sırasında fatura sahibinin veya yetkilendireceği kişinin faturanın üst kısmını imzalaması ve damgalaması durumunda bu faturanın ödenmemiş fatura olduğu ve açık fatura olarak nitelendirildiği,
Bir faturanın tanzimi sırasında fatura sahibinin veya yetkilendireceği kişinin faturanın alt kısmını imzalaması ve damgalaması durumunda bu faturanın ödenmiş fatura olduğu ve kapalı fatura olarak nitelendirildiği,
Hususu oturmuş olup uygulamada da geçerlidir.
Ancak bu hususlar yurdumuzun her yerinde ticaret ile uğraşanlar tarafından duyulmamış ve tam anlamı ile uygulanmamaktadır.
Yapılması gereken açık / kapalı fatura ayırımının bütün ticari kesimlere duyurulması ve uygulanmasının sağlanmasıdır

14 Haziran 2011 Salı

Yıllık İzin

http://archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/59MaliCozum/17%20-%2059%20RESUL%20KURT.doc

YILLIK ÜCRETLİ İZİNDE
UYGULAMA SORUNLARI

Resul KURT
Sigorta Müfettişi

Cahit EVCİL
Sigorta Müfettişi


GİRİŞ
Çalışma hayatında çalışanların motivasyonunu artırmanın en önemli yollarından birisi de dinlenme ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Anayasamızın 49 ve 50. maddelerinde, çalışmanın herkesin hakkı, dinlemenin de çalışanların hakkı olduğu belirtilmiştir. 1475 sayılı İş Kanunu kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilerden işyerine girdiği günden başlayarak, deneme süresi de içinde olmak üzere en az bir yıl çalışmış olanlara işyerindeki kıdemlerine göre Yıllık ücretli izin verilmektedir.
Bu yazıda yıllık ücretli izin uygulamalarında sık karşılaşılan sorunlar açıklanmaya çalışılmıştır.

I. YILLIK ÜCRETLİ İZNE HAK KAZANILMASI
1475 sayılı İş Kanunu kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilerden işyerine girdiği günden başlayarak, deneme süresi de içinde olmak üzere en az bir yıl çalışmış olanlara işyerindeki kıdemlerine göre Yıllık ücretli izin verilmektedir. İşçinin işyerine giriş tarihinden itibaren deneme süresi de dahil olmak üzere, her çalışma yılını tamamlaması halinde o yıla ilişkin ücretli izne hak kazanılmaktadır. Bir yıldan az süre için orantılı olarak yıllık ücretli izin hakkı doğmamaktadır. Yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemez. Tarafların rızası olsa bile, yıllık izin hakkı ortadan kaldırılamaz. Aşağıdaki süreler yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi sayılır:
► İşçinin uğradığı kaza veya tutulduğu hastalıktan ötürü işine gidemediği günler,
►Kadın işçilerin doğumdan önce ve sonra çalıştırılmadıkları günler,
►İşçinin muvazzaf askerlik hizmeti dışında manevra veya herhangi bir kanundan dolayı ödevlendirilmesi sırasında işine gidemediği günler; (Bu sürenin yılda 90 günden fazlası sayılmaz.)
►Çalışmakta olduğu işyerinde, zorlayıcı sebepler yüzünden işin aralıksız bir haftadan çok tatil edilmesi sonucu olarak işçinin çalışmadan geçirdiği zamanın 15 günü, (İşçinin yeniden işe başlaması şartiyle)
►1475 sayılı iş Kanunu’nun 62. maddesinde düzenlenen aşağıdaki süreler,
· Madenlerde, taş ocaklarında, yahut her ne çeşit olursa olsun yeraltında veya su altında çalışılacak işlerde işçilerin kuyulara, dehlizlere veya asıl çalışma yerlerine inmeleri veya girmeleri ve bu yerlerden çıkmaları için gereken süreler,
· İşçilerin işveren tarafından işyerlerinden başka bir yerde çalıştırılmak üzere gönderilmeleri halinde yolda geçen süreler,
· İşçinin, işinde ve işverenin her an buyruğuna hazır bir halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın ve çıkacak işi bekleyerek boş geçirdiği süreler,
· İşçinin, işveren tarafından başka bir yere gönderilmesi veya işveren evinde veya bürosunda yahut işverenle ilgili herhangi bir yerde meşgul edilmesi suretiyle asıl işini yapmaksızın geçirdiği süreler,
· Emzikli kadın işçilerin çocuklarına süt verme için belirtilecek süreler,
· Demiryolları ve sair yollar ve köprülerin yapılması, muhafazası yahut tamir ve tadili gibi işlerde vaki olduğu veçhile, işçilerin ikamet ettikleri mevkilerden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte nakledilmeleri icap eden her türlü işlerde bunların toplu ve mukannen surette götürülüp getirilmeleri esnasında geçen süreler,
►Hafta tatili, ulusal bayram, genel tatil günleri,
►3153 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan tüzüğe göre röntgen muayenehanelerinde çalışanlara pazardan başka verilmesi gereken yarım günlük izinler,
►İşçilerin uzlaştırma toplantılarına katılmaları, hakem kurullarında bulunmaları, bu kurullarda işçi temsilciliği görevlerini yapmaları, çalışma hayatı ile ilgili mevzuata göre kurulan meclis, kurul, komisyon ve toplantılara yahut işçilik konuları ile ilgili milletlerarası teşekküllerin konferans, kongre veya komitelerine işçi veya sendika temsilcisi olarak katılmaları sebebiyle işlerine devam edemedikleri günler,
►İşçilerin evlenmelerinde üç güne kadar, ana veya babalarının, eşlerinin, kardeş veya çocuklarının ölümünde iki güne kadar verilecek izinler,
►İşveren tarafından verilen öbür izinler,
►Bu kanunun uygulanması sonucu olarak işçiye verilmiş bulunan yıllık ücretli izin süresi,
Yıllık ücretli izin hakkının hesabında çalışılmış gibi değerlendirilecektir.
Ancak hizmet akdinin askıda kaldığı; grevde geçen süreler, izinsiz ve mazeretsiz devamsızlık süreleri, kadın işçinin 70. madde gereğince doğumdan sonraki altı haftadan sonra altı aya kadar kullanabileceği ücretsiz izin süreleri yıllık iznin hesabında çalışılmış gibi sayılmaz. Yıllık izne hak kazanmak için işçilerin ayrıca bu süreler kadar daha çalışması gerekir. Kadın işçilerin, doğumdan önce ve sonra çalıştırılmadıkları günler altışar hafta olarak sınırlandırılmasına rağmen, kadın işçinin sağlık durumuna veya işin özelliğine göre doktor raporuyla bu sürelerin uzaması halinde, uzatılmış bu sürelerde yıllık ücretli iznin hesabında çalışılmış gibi değerlendirilecektir.[1]

II. YILLIK ÜCRETLİ İZİN SÜRELERİNİN HESAPLANMASI
Yıllık ücretli izin kullandırılmasında iki kriter göz önünde bulundurulmaktadır. Bunlar işçinin hizmet süresi ve işçinin yaşıdır. Aynı işverenin bir veya çeşitli işyerlerinde çalıştıkları süreler göz önüne alınarak hizmet süresi;
►Bir yıldan beş yıla kadar olanlara yılda 12 iş günü,
►Beş yıldan fazla ve onbeş yıldan az olanlara yılda 18 iş günü,
►Onbeş yıl ve daha fazla olanlara yılda 24 iş günü,
Yıllık ücretli izin verilmesi gerekmektedir. Bu süreler toplu iş sözleşmeleri ve hizmet akitleri ile artırılabilmektedir. Ancak 18 ve daha küçük yaştaki işçilere verilecek yıllık ücretli izin 18 günden az olamayacaktır.
İşveren tarafından yıl içinde verilmiş bulunan başka ücretli ve ücretsiz izinler ile dinlenme ve hastalık izinleri yıllık izne mahsup edilemez. Yıllık ücretli izinle ilgili sürelerde, iş günü dikkate alınmaktadır. Bu nedenle, yıllık ücretli izin günlerinin hesabında izin süresine rastlayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günleri izin süresinden sayılmayacak, işçinin iznini kullandığı döneme rastlayan hafta tatili ile ulusal Bayram ve genel tatil günleri izin süresine eklenecektir.[2]
Günlük izin ücretinin saptanmasında, fazla saatlerde çalışma karşılığı alınacak ücretler, primler, işyerinin temelli işçisi olup, normal saatler dışında hazırlama, tamamlama, temizleme işlerinde çalışan işçilerin bu işler için aldıkları ücretler hesaba katılmayacaktır.
Yıllık ücretli izinlerini işyerinin kurulu bulunduğu yerden başka bir yerde geçirecek olanlara eğer isterlerse, gidiş ve dönüşlerinde yolda geçecek süreleri karşılamak üzere işveren 7 güne kadar ücretsiz yol izni vermek zorundadır. Yıllık ücretli izin hakkının iki parça halinde kullanılması halinde ücretsiz yol izni süresi en fazla yedi gün olarak kullanılabilecektir. Yol izni alanlar, bu süreyi kullanmadan işe dönerlerse, işveren bunları anılan sürenin bitiminden önce işe başlatmayabilir.
Yol izni alan işçinin iznini işyerinin bulunduğu yerde geçirmesi, sadakat borcuna aykırı olup işverene akdi haklı nedenle fesih imkanı sağlar.[3]

III. YILLIK ÜCRETLİ İZİN UYGULAMASINDA SORUNLAR
Uygulamada özelikle 5. yıl izninin kaç gün olarak kullandırılacağı konusu tartışılmaktadır. İş Kanunu’nun 49. maddesinin (a) bendinde hizmet süresi “....beş yıla kadar...” ibaresi kullanılırken, (b) bendinde “...beş yıldan fazla... ” ibaresi kullanılmaktadır. Doğal olarak 5. yılın hangi bende girdiği konusunda anlaşmazlık olmaktadır. Kanun metninin açık ve anlaşılır olmamasından dolayı iki farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bir görüşe göre,
Ö 49. maddenin metninden 5. yılın izninin (a) bendine dahil olduğu, yani 12 işgünü olduğu, diğer bir görüşe göre ise
Ö 49. maddenin metninden 5. yılın izninin (b) bendine dahil olduğu, yani 18 işgünü,
olduğu ileri sürülmektedir.
1475 sayılı İş Kanunu’nun 49/a.maddesinde “... beş yıla kadar...” ifadesi yer almıştır. Bu ifadeden, 5. hizmet yılına karşılık gelen yıllık izin ücretinin 12 işgünü üzerinden ödenmesi gerektiği görüşü daha ağır basmaktadır. Ancak, İş Kanunu’nun 50. maddesinin “işçi, ... her hizmet yılına karşılık, yıllık iznini, gelecek hizmet yılı içinde kullanır.” hükmüne göre, işçi, yıllık ücretli iznini bir sonraki çalışma yılı içerisinde kullanılabilecektir. Yani, 1. yılın izni 2. yılda, 2. yılın izni 3. yılda kullanılacaktır. Bu bağlamda 5. yılın izni ancak 6. yılın içerisinde kullanılabilecektir. Başka bir ifadeyle, 5 yıldan fazla bir hizmet süresine karşılık 18 işgünlük yıllık ücretli izin kullanılmalıdır.
İş Kanunun 52. maddesinde, “... yıllık ücretli izin işveren tarafından bölünemez ve bu iznin işveren tarafından devamlı bir şekilde verilmesi zorunludur.” Hükmü bulunmaktadır. Bu nedenle, yıllık ücretli izin işveren tarafından bölünemez. Bu iznin yukarıda gösterilen süreler içinde işveren tarafından devamlı bir şekilde verilmesi zorunludur. Ancak işyerindeki kıdemi beş yıldan fazla ve onbeş yıldan az olanlara verilen 18 gün izin ile işyerindeki kıdemi onbeş yıl ve daha fazla olanlara verilen 24 gün izin süresi tarafların rızası ile, bir bölümü 12 günden aşağı olmamak üzere ikiye bölünebilir. Bu durumda ise aşağıdaki hususlara dikkat etmek gereklidir:
Ö Yıllık ücretli izin en fazla ikiye bölünebilir.
Ö İkiye bölünen yıllık iznin bir bölümünün en az 12 gün olması gereklidir.
Ö Bu bölünmede mutlaka tarafların rızası gereklidir.
Ö Yıllık iznin ikiye bölünmesi halinde, işveren, işçiye 7 günden fazla ücretsiz yol izni vermeye mecbur tutulamayacaktır.
Uygulamada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Müfettişleri tarafından sıkça karşılaşılan bir problem, yıllık ücretli izin adı altında 12 günden az izinler kullandırılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hizmet akdinin devamı süresince 12 günden az kullandırılan izinlerin yıllık ücretli izin olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bakanlık İş Müfettişleri tarafından yapılan denetimlerde, yıllık izinlerin bir bölümünün en az 12 gün olacak şekilde kullandırılması önerilmektedir.
İşveren tarafından yıl içinde verilmiş bulunan başka ücretli ve ücretsiz izinler veya dinlenme ve hastalık izinleri yıllık izne mahsup edilemez. Yıllık ücretli izin günlerinin hesabında izin süresine rastlayan ulusal bayram, hafta tatili ve genel tatil günleri izin süresinden sayılmaz.
İşyerinin el değiştirmesi veya başkasına geçmesi bu işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin haklarının ortadan kalkmasına sebep olamaz. Aksine bir sözleşme olsa bile yıllık ücretli izin süresine ilişkin ücretler yeni işveren tarafından ödenir. Sigortalılara yıllık ücretli izin süresi için ödenecek ücretler üzerinden iş kazaları ile meslek hastalıkları primleri hariç, diğer sigorta primlerinin, Sosyal Sigortalar Kanunundaki esaslar çerçevesinde işçi ve işverenler yönünden ödenmesine devam olunur.
İşveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini, ilgili işçinin izne başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorundadır. Günlük, haftalık veya aylık olarak belirli bir ücrete dayanmayıp da akort, komisyon ücreti, kara katılma ve yalnız servis karşılığı (yüzde) gibi belirli olmayan süre ve tutar üzerinden ücret alan işçinin izin süresi için verilecek ücret, son bir yıllık süre içinde kazandığı ücretin fiili olarak çalıştığı günlere bölünmesi suretiyle bulunacak ortalama üzerinden hesaplanır. Ancak son bir yıl içinde işçi ücretine zam yapıldığı takdirde, izin ücreti; işçinin izne çıktığı ayın başı ile zammın yapıldığı tarih arasında alınan ücretin aynı süre içinde çalışılan günlere bölünmesi suretiyle hesaplanır. Yüzde usulünün uygulandığı yerlerde bu ücret, yüzdelerden toplanan para dışında işveren tarafından ödenir. Yıllık ücretli izin süresine rastlayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretleri ayrıca ödenir.
Yıllık ücretli iznini kullanmakta olan işçinin izin süresi içinde ücret karşılığı bir işte çalıştığı anlaşılırsa, bu izin süresi için kendisine ödenen ücret işveren tarafından geri alınabilir. Bu personelin hizmet akdi, 1475 sayılı iş Kanunu’nun 17/II-(d) bendi uyarınca tazminatsız olarak feshedilebilir.
İş Kanunu gereğince her işveren, işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir bir kayıt (yıllık izin defteri, izin kartı veya izin pusulası) tutmak zorundadır. Yıllık izin defteri, hem kayıtların düzenli olmasını ve mükerrer izin kullanılmasını önler, hem de işçilerin işten ayrıldıktan sonra yıllık izin kullanmadıkları gerekçesiyle yıllık izin ücretini talep etmelerini önler. Yıllık ücretli izin kullanımı tanık beyanı ile kanıtlanamaz. Yazılı belge zorunludur. Yargıtay kararlarında da işçisine ücretli izin kullandırdığını kanıtlayamayan işverenin yıllık ücretli izin paralarını ödemekle yükümlü tutulması gerektiği belirtilmektedir.[4]
Yıllık izin defteri herhangi bir tasdike tabi değildir. Yani yıllık izin defterinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge/İl Müdürlüklerine veya notere tasdik ettirilmesi söz konusu değildir.
İş Kanunu’nun 57. maddesi, yıllık ücretli izinlerin, yürütülen işlerin niteliğine göre yılın hangi dönemlerinde kullanılacağı, izinlerin ne suretle ve kimler tarafından verileceği veya sıraya bağlı tutulacağı, yıllık iznin faydalı olması için işveren tarafından alınması gereken tedbirler ve izinlerin kullanılması konusuna ilişkin usuller ve şartların Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliğinde gösterileceğini hüküm altına alınmıştır.
Aynı kanunun 99. B/3 fıkrasına göre Yıllık ücretli izin yönetmeliğinde yer alan düzenlemelere uymayan işveren veya işveren vekiline 2002 yılında 43.620.820 lira para cezası uygulanacaktır.

SONUÇ
Yıllık ücretli izin kullandırılması işçilerin, dinlenerek çalışma istemini koruyabilmelerini, bedensel ve ruhsal sağlıklarını korumalarını, motivasyonlarını artırmalarını ve bunların sonucunda da iş verimliliğinin artmasını sağlamaktadır. Oysa, ülkemizde yıllık ücretli izin kullanımında önemli sorunlar yaşanmakta, özellikle küçük ölçekli veya kurumsallaşmamış işletmelerde işçiler anayasal bir hak olan ücretli izin hakkından yoksun bırakılmaktadır. Yıllık ücretli izinlerin kullandırılmaması, İş Kanununun 99/B-3 maddesi gereğince idari para cezası uygulanmasına neden olmaktadır. Yine, işçilere yıllık ücretli izin kullandırılması halinde, iznin bir bölümünün 12 günden az olmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir.
[1] Resul Kurt, İş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatında Usul ve Esaslar, İSMMMO Yay. 1. Baskı, İstanbul 2002, s. 728.
[2] Kurt, a.g.e. s. 731.-732.
[3] Nuri Çelik, İş Hukuku Dersleri, Beta Yayınevi, 15. Bası, İstanbul 2000,s.235.
[4] Yargıtay 9. HD. E. 1992/3597, K: 1992/11536, T:16.03.1993